DAVUT YAŞAR
Hatırlayınız!
Kafkas diasporası olarak, bir önce ki yıl, halk onurumuza ve kimliğimize yönelik hakaret ve saldırı niteliğinde ki suçları içeren iki ötekileştirme seviyesizliğinin hedefi olduk!..
Biliyorsunuz, bu suçların failleri hakkında, hukuk devleti olmanın gereği olan yasal bir işlem yapılmadı!
Ve yine biliyorsunuz ki, biz Çeçen/İnguş, Adige, Abhaz, Kumuk, Karaçay-Malkar, Nogay ve Dağıstanlı kardeş Kafkas halkları kendi isteğimizle bu topraklara gelmedik; bir soykırım sürecinin ardından, Osmanlı Devleti ve Rusya’nın karşılıklı çıkarlara dayalı anlaşması sonucu, irademiz dışında, yine trajik olgularının yaşandığı bir büyük sürgüne icbar edildik!
Karadeniz suları on binlerce insanımıza mezar oldu!..
Keza iskan edildiğimiz Anadolu, Trakya, Balkan, Suriye, Irak ve Ürdün coğrafyalarında da açlık, hastalık ve diğer olumsuz etkenler nedeniyle binlerce insanımızı kaybettik!
Ancak bütün bu trajik yaşanmışlıklara rağmen, bir İslam coğrafyasına gelmenin de manevi motivasyonu ile Osmanlı ülkesini ve daha sonra da, tabii ki Türkiye’mizi, vatan bildik, sevdik!..
Canımızla, kanımızla, malımızla, entelektüel gücümüzle; önce Çanakkale’de, Galiçya’da, Allahuekber dağlarında, Irak’ta, Yemen’de ve sonra İstiklal savaşı yıllarında Anadolu’da bu vatanı korumanın ve Türkiye Cumhuriyeti Devletimizi kurmanın asli ve öncü unsuru olduk!
Ne var ki, Cumhuriyetimizin ilk yıllarında izlenen ırkçı içerikli ulusalcı politikalar ile diasporamızda asimilasyon projelerinin hedefi olmuştur. Kültürel kimliği veya aidiyeti yok sayılmıştır. Osmanlıyı da çökerten, parçalayan, bütüncül kavrayıştan uzak ittihatçı zihniyetin daraltma, kategorize etme ve ötekileştirme politikaları bu döneme de yansıtılmıştır. Holistik kavrayıştan nasipsiz Batılılaşma, Turancılık ve İslamcılık şeklinde beliren ideolojik kategorizasyonların Osmanlı’nın parçalanmasında rolü malumunuzdur!
Aslında, Ahmet Yesevi-Şeyh Edebali çizgisinde, bir İslam medeniyeti modeli ve mazlumların hamisi olarak kurulan ve yükselen Osmanlı Devleti, özellikle Yavuz Sultan Selim’den itibaren kurucu ilke ve değerlerinin dışında, mezhepçilik ekseninde hanedan çıkarlarını önceleyen politik tercih ve savaşlarıyla birbirini izleyen duraklama, gerileme ve çökme süreçlerine tarih tanıklık etmiştir. Mesela Safevilerle olan savaşları paranteze alsak bile, devlet hazinelerini ele geçirmek amaçlı yine Müslüman Memluklulara yapılan saldırı ve yaşanılan katliamlarla bu devletin ortadan kaldırılması, Osmanlı’nın kurucu ilke ve değerlerden uzaklaşma sürecinin başlangıcıdır.
Bu süreçte Osmanlı artık hanedan ve mezhep kaygılarını öncelediği için, mazlum halkların hamisi olarak Batı’ya olan yönelişini ve ilgisini kaybetmiştir.
Bu bütüncül paradigmadan kopuş sürecinin yarattığı ötekileştirmeler, ideolojik daralmalar ve hanedanlık kaygıları ile gelen yıkım kaçınılmazdı!
Halbuki; İslam alemlere rahmet olma gibi bir değerden yani evrensel niteliğinden tecrit edilerek bir ideoloji kalıbına sokulup daraltılmasaydı, milliyetçilik ırkçılık olarak yorumlanmasaydı ve Batıcılıkta tüm yerli,milli ve manevi değerlerin reddine zemin yaratan bir algıya dönüşmeseydi belki Osmanlı yeni ve çağın şartlarına uygun yeni bir yapı ile varlığını sürdürebilirdi diye düşünebiliriz.
Keza, Türkiye Cumhuriyeti de, kuruluşundan itibaren çoğulcu demokrasinin özgürlükçü, eşitlikçi, katılımcı sosyal ve hukuk devlet ilkelerine dayanan projeleri gerçekleştirmiş olsaydı bugün siyasi ve iktisadi bir beka sorununu tartışıyor olmazdı!..
Bir ülkenin bütünlüğünü ve devletin bekasını sağlayan en büyük güç demokrasidir.
Demokrasinin halk iktidarı (demos kratos) olduğunu bilirsiniz.
Bu kelimenin etimolojisi her ne kadar Eski Yunanca’ya dayansa da, insanlığın kadim tarihinde pek çok toplumda bu yöntem, şu veya bu ölçüde, ister doğrudan doğruya, ister temsili olarak halk iradesinin belirişinde, bir sistem halinde kullanılmıştır.
Abraham Lincoln, demokrasiyi; ”Halkın,halk tarafından, halk için yönetilmesidir” diye tanımlar.
Bu tanım doğrudur ama halkı tek bir homojen topluluk olarak düşünürseniz günümüz realitesine denk düşmez.
Günümüzde hiçbir ülke tek bir ırktan, kültürden ve inanç topluluğundan oluşmamaktır.
Yani ülkeler ve milletler; tek bir halk, kültür ve inanç yapıları değildir.
Homojen olan az nüfuslu bir sosyal yapıda, doğrudan demokrasiyi öngörebilirsiniz.
Homojen olan bir sosyal yapıda çoğunlukçu demokrasiyi de bir ölçüde makul görebilirsiniz. Zira bu yöntemde de, ideal düzeyde olmasa dahi katılımcılık vardır.
Ama farklı etnik, kültür ve inanç aidiyetlerinin var olduğu bir ülkede çoğulcu demokrasi yapılandırılmazsa, işte o zaman beka tehlikesi her zaman gündemde ki yerini korur!
Bir ülkenin bütünlüğünün ve devletinin bekasının korunması günümüz şartlarında ve konjonktüründe çoğulcu bir demokratik yapı gerektirir. Ancak çoğulcu demokratik bir sistemde hürriyet, eşitlik, katılımcılık birbirini tamamlayan ve anlamlandıran unsurlar olur. Böyle bir denklemde sosyal devlet ve hukukun üstünlüğü ilkesi hayat bulur. Sosyal sözleşme yani anayasal düzen,devleti halkın iradesine ve hizmetine araç haline getirerek totaliter,otoriter ve imtiyazcı iradelerin hakimiyetine izin vermez.
Çoğulcu demokrasi ilkelerinin hayata geçirilmesi ile vatandaşların bireysel iradelerinin ve benim millet dediğim etnik ve kültürel aidiyetlerin birlikte oluşturduğu ortaklaşmış üst kültürün özne olma nitelikleri kurumsallaşır.
Böyle bir yapılandırma millet ve demokrasi kavramlarına evrensel bir nitelik de kazandırır.
Peki ve o halde biz Kafkas Diasporası için neden Çoğulcu Demokrasi?
Ve neden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Sayın Doğan Duman’ın desteklenmesi zorunlu?
Unutmayınız ki biz Kafkasya’nın ortak coğrafya, tarih ve kültür değerlerine sahip kardeş halkları; panislavist, şoven, zalim ve emperyal bir güç olan Rusya tarafından atayurdumuzdan, Kafkasya’dan sürgün edildik. Doğal ve ekonomik kaynaklarımızı kontrol eden emperyalist Rusya’nın milletimiz üzerindeki asimilasyonist baskıları da en yoğun biçimde sürüyor!
En son uygulamaya konulan asimilasyon projesi, ana dillerimizin eğitim kurumlarında zorunlu olmaktan çıkarılıp seçmeli, Rusçanın ise zorunlu kılınmasıdır!..
Maalesef başlarda ifade ettiğim gibi Kafkasyamız gibi aziz vatanımız bildiğimiz, uğruna canımızı kanımızı verdiğimiz Türkiyemizde, henüz istediğimiz anlamda kültürel aidiyetimizi koruyacak devlet desteğinden ve imkanlarından mahrumuz!..
Halbuki millet dediğimiz kavram ve yapı, ırk birliğinin ve tekliğinin değil; ortak tarih ve coğrafyanın yarattığı etkileşimler ile belirip ortaklaşmış üst kültür değerlerinin ve varoluş ideallerinin yarattığı bir olgudur.
Devlette, bu yapının hukukunu, barış ve kardeşliğini temsil eden, etmesi gereken ve koruması gereken bir kurum, mekanizma veya işleyiştir.
Devleti büyük yapan, bekasını sağlayan, farklı etnik, kültür ve inanç aidiyetlerinin varlığını koruması, ortaklaşmış üst kültür değerleri ekseninde barışı, kardeşliği ve bütünlüğü dinamik kılmasıdır.
Bir ırka ait olan aidiyeti öne çıkarıp diğerlerini yok saymak, milli bütünlüğe zarar verir.
Bir ülkenin her etnik, kültürel ve inanç kimliği, birbirleriyle ortak duygular, bağlılıklar ve aidiyetler oluşturmuş varoluşlar olarak görüldüğünde milli bütünlük ve devletin bekası korunur.
Milli Mücadeleye öncülük etmiş, Kuvay-i Milliye Ruhunun oluşmasında ve Milli Devletin kurulmasında asli unsur olmuş olan halkımızın, diasporamızın artık devlet kademelerinde, yönetim birimlerinde kendini temsil edecek, kültürel aidiyete ilişkin varoluş sorunlarını çözecek güçlü, dürüst, kardeşlikten, barıştan ve bütünlükten yana, demokratik bilince sahip, liyakatli temsilcilere ihtiyacı vardır.
Biz Osmanlıya, Anadolu’ya, özne olma temelinde yüksek kültür ürünü sosyal bilinç zarafetiyle geldik.
Kadim kültürümüzdeki, körü körüne ve sürü olma şeklindeki itaati ret eden, fakat akla, hukuka, ilke ve değerlere bağlılık merkezli özne olmayı içeren, kişilikli itaate, onurlu dayanışma ve sosyal bilince Türkiyemizin de daha fazla ihtiyacı var!
Allah’ın yarattığı bu varlıklar kategorisinde, bu kozmik sistemde, her varlığın, popülasyonun, canlı türünün anlamı ve birbirleriyle ilişkisi vardır.
Kültürel kodlar ve etnik aidiyetler de öyledir. Birbirleriyle etkileşim ve transformasyon dinamizmi içinde birbirlerini zenginleştirir ve evrensel kültüre ve uygarlığa evrilirler.
Kur’an’da ifade edildiği gibi, insanlığın farklı dil, renk ve kültürler halinde yaratılmasının nedeni budur. Öyleyse Kafkas diasporası olarak asimilasyona karşı, kültürel kodlarımızı korumayı manevi bir sorumluluk olarak görmeliyiz. Kafkasyamızın işgal ve sömürüden kurtarılması ve Birleşik Kafkasya İdealimizin geçekleşmesinin bir şartı da ne orada, ne burada ve ne de başka bir yerde asimilasyon süreci içinde yok olmamaktır.
Keza vatandaşı olduğumuz ve Kafkasya gibi asli vatan olarak sevdiğimiz Türkiyemizin siyasi hayatına, kültürümüzdeki zarafeti daha fazla yansıtmak da manevi bir sorumluluğumuzdur.
O halde ey Kafkas Diasporası!..
Farklı etnik ve kültürel aidiyetlerin varlığına, etkileşimlerine ve birlikte yarattıkları ortaklaşmış kültür değerlerine saygılı, ötekileştirmeyen, barış ve bütünlükten yana bir temiz siyaset ve varoluş için kendi değerlerimizi devlet hayatında etkin kılacak kişilikleri destekleyelim!..
Çoğulcu Demokrasi Partimiz’in de desteklediği, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayımız sayın Doğan Duman; insan ve halk sevgisi, dürüst kişiliği, hukukçu kimliği, kültürümüzü temsil zarafeti, bilgi birikimi ve yönetim liyakati ile İstanbul’un sorunlarını çözebilecek uygun bir isim ve adayımızdır!
O halde, görev bizde!
Allah birliğe, kardeşliğe, kalkınmaya, huzura, birlikte varoluşa, barışa ve bütünlüğe vesile kılsın inşallah!
Hayırlı olsun!..
sayın Yaşar, yazınızı okudum ve katıldığım çok yönleri var Ancak:ben naçizane fikrimi uzatmadan dolandırmadan edebiyat yapmadan arzetmek isterim.
1- DOĞAN DUMAN kardeşimizin bir çerkes olarak her mertebeye gelmesi için elimizden geleni hiç esirgemeyeceğimizi belirtiriz.
2- Tarihte çerkes halkı kendi iradesi dışında bazı zorlamalar ve Lider olarak bildikleri insanların peşinde perişan olduklarını biliriz.Bu Lider dediğimiz kişilerin şahsi kişisel ihtirasları çerçevesinde halkımız boğulmuş ve satılmıştır.Bu Çarlık Rusya ile başlayıp Osmanlı’ya göç ile devam etmiştir.
3-Şimdi ise Sayın Doğan DUMAN kazanamayacağını kendisinde adı gibi emin olduğu bir seçime soyunması çerkes oylarının isabetsizleştirilmesi ile aradan siyasi çıkar sağlamak için birileri devreye girdi,
4-KAFDER başkanı henşehrimiz omuzlarımıza basıp Haseki nin encümeni olması gibi Bunu kesinlikle Doğan DUMAN için söylemedim.Saygılarımla Çerkes ve abhaz halkı ne zaman diyasboradan kurtulur o zaman kişilik kazanır.