Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri azınlık kavramını Lozan’a refere ederek kullanmayı yeğliyor.Bilindiği gibi 1923 Lozan Barış Antlaşması’nın “Azınlıkların Korunması” bölümünde sadece Rum, Ermeni ve Yahudiler azınlık olarak kabul ediliyor. (Daha sonra 1925 yılında yapılan “Türk-Bulgar Dostluk Antlaşması”nda Bulgar unsurlar da azınlık olarak kabul edilmiştir.)
Cumhuriyet tarihi boyunca, bu adını saydığımız gayrimüslim unsurlar dışında kalan bütün vatandaşlar Türk olarak kabul edilmiş, zor ve yasaklar kullanılarak Türkleştirilmeye çalışılmıştır.
Türkiye’nin Lozan’ı esas alarak kullandığı azınlık tanımı ilmî değil, inkarcı ve asimilasyoncu resmi ideolojin bir uygulaması olarak siyasidir.
***
Azınlık terimi Türkiye toplumunda pozitif çağrışımlar yapmıyor. Bunun da iki sebebi var:
Birincisi, Osmanlı İmparatorluğu döneminde azınlık karşılığı kullanılan kavram “ekalliyet” idi ve sadece Ermeni, Rum ve Yahudi gayrı müslimleri ifade ediyordu. (Diğer gayrı müslim gruplar bu etnisitelerden birine dahil olarak anılırdı.) Ekalliyetler devlete ayrıca vergi verir, askere alınmazlar, v.s. idi. Yani statü itibarıyla düşük zümreden sayılıyorlardı. (Ancak “Millet Sistemi” gereği, Osmanlı’da gayrimüslimler ikinci sınıf vatandaş iseler de, her türlü dinsel, dilsel ve etnik vb. gruplar için kültürel haklar serbestti. Devlet kimin ne konuşup yazdığına ve öğrettiğine, ne tür bir dinsel uygulama yaptığına karışmazdı.)
İkincisi, Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak azınlıkta olan halklar üzerinde ağır baskılar uygulanmıştı. Mensubiyetlerinden utandırma kampanyaları yapılmış, dilleri yasaklanmış, köyleri sürülmüş,… v.b. uygulamalarla halklar köklerinden koparılmaya çalışılmıştı.
Cumhuriyetin kurucu kadrosu içerisinde yer alan, 1924-1930 yılları arasında Mustafa Kemal döneminde Adalet Bakanlığı yapmış olan Mahmut Esat Bozkurt’un bir konuşmasında sarfettiği, “Türk, bu ülkenin yegane efendisi, yegane sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler” şeklindeki sözleri o dönemin zihniyetini ve yaklaşımlarını özetleyen önemli bir örnektir.
Dolayısıyla, “azınlık” nitelendirmesi Osmanlı dönemindeki manası ve Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren uygulanan inkar ve aşağılama politikalarının meydana getirdiği çağrışımla halâ “ikinci sınıf vatandaşlığı” anımsatmakta; bu yüzden kimse “azınlık” potası içine girmek istememektedir.
Halbuki köprünün altında çok sular akmış ve günümüzde “azınlık” kavramının anlamı tamamen değişmiştir.
AZINLIK HAKLARINI TANIMLAYAN BELGELER
1990 yılına kadar, azınlık haklarına insan hakları çerçevesinde yaklaşılmış, “eşitlik ve ayrım gözetmeme” ilkeleri çerçevesinde politikalar geliştirilmiştir.
Bu tarihe kadar azınlık sorunlarını ekonomik tedbirlerle çözebileceğine inanan Avrupa Birliği, azınlık hakları konusunda özellikle Doğu Bloku’nun çöküşünün ardından yaşanan gelişmelerden büyük oranda etkilenmiş ve azınlıklara yönelik uygulanacak politika konusunda bir yeniden değerlendirme süreci içerisine girmiştir.
Avrupa Konseyi tarafından kabul edilen “Bölge ya da Azınlık Dilleri Avrupa Şartı (1992)” ile “Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi (1995)” de günümüz azınlık hakları rejimini oluşturan temel belgeler olarak ortaya çıkmıştır.***
Azınlık olmanın ana kriterleri, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nun Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu’nca yapılan tanımlamada, ülke nüfusuna kıyasla
– Farklılık (etnik,dilsel, dinsel…),
– Sayısal yönden az olma,
– Dominant (Başat) olmama,
– Vatandaş olma ve
– Azınlık bilincine sahip olma
olarak verilmektedir.
Bir ülkede bu koşulların tümünü taşıyan bireyler varsa, o ülkede azınlığın da olduğu kabul edilmekte; ülke devletinin bu gerçeği kabul etmesi veya inkar etmesi hiç bir şeyi değiştirmemektedir.
AB, TÜRKİYE ve AZINLIKLAR
22 Haziran 1993 tarihinde yapılan Kopenhag Zirvesi’nde, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği’ne adaylık için başvuruda bulunan ülkelerin tam üyeliğe kabul edilmeden önce karşılaması gereken kriterleride belirtmiştir. Siyasi kriterler bölümünde, demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün, insan haklarının ve azınlıkların korunmasının gözetilmesini ve bunlara saygıyı güvence altına alan kurumların istikrara kavuşturulmasını öngörmektedir.
Türkiye, 10-11 Aralık 1999 tarihlerinde Helsinki’de yapılan Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde de oybirliği ile Avrupa Birliği’ne aday ülke olarak kabul ve ilan edildi.
Yukarıda belirttiğimiz Kopenhag kriterlerine göre, AB, adaylarla üyelik müzakerelerine başlamak için, bu ülkelerin öncelikle BM Örgütü, Avrupa Konseyi ve AGİK/AGİT sürecinde azınlık hakları konusunda oluşturulan sözleşme ve belgelerin tümünü imzalamalarını, iç hukuklarında bunlara uygun düzenlemeler yapmalarını ve bu düzenlemelerin işler vaziyette olmasını istemektedir.
Türkiye’nin, 1954’te onayladığı 1950 AİHS, 1995’te onayladığı 1989 BM Çocuk Hakları Sözleşmesi (Türkiye Anadilde eğitim hakkıyla ilgili maddelere çekince koymuştur), çalışmalarına katıldığı 1992 BM Ulusal veya Etnik, Dinsel, Dilsel Azınlıklara Mensup Kişilerin Hakları Bildirgesi, özellikle de 2003’te onayladığı BM 1966 İkiz Sözleşmeleri gibi uluslararası metinler azınlık hakları konusunda yeterince hukuki bağlayıcılık sahibidir.
AİHS, azınlık haklarından söz etmemekle birlikte, azınlık haklarının bir parçası olduğu insan haklarını uygulama bakımından Türkiye’nin denetçisi durumundadır.
***
Türkiye, 1999 yılında Avrupa Birliği’ne aday ülke olmasından sonra geniş kapsamlı bir reform süreci içerisine girmiş ve bu çerçevede azınlıkları ve haklarını konu alan önemli açılımlar gerçekleştirmiştir. Ancak azınlık kavramı ve azınlık hakları konusundaki hukuki ve siyasi tutumu, gerek iç, gerekse dış politika çerçevesinde büyük bir tekdüzelik sergilemektedir.
Yanısıra 1999 – 2004 yılları arasında gerçekleştirdiği reformları da hala uygulamaya geçirememiştir.
EVET, ÇERKESLER, AB ÖLÇÜTLERİNE GÖRE AZINLIKTIR!
Uluslararası objektif kriterler Türkiye’deki Çerkesler’in “azınlık” olduğunu söylemektedir. Bu kötü değil, bilakis iyi bir şeydir.
Çerkes kimliğinin kendini geleceğe taşıyabilmesi için bu statüye, bu statünün kazandıracağı haklara ihtiyacı vardır. Gerek Çerkesler, gerek benzer diğer gruplar için kendilerini ifade etmelerini önleyen yasakların kaldırılması (negatif koruma) varlıklarını devam ettirmeleri için yeterli değildir; azınlık kimliğinin bir bütün olarak kendisini idame ettirebilmesi için yeter şartların sağlanması gerekmektedir (pozitif koruma).
Bunları istemenin ülkenin bölünmesini istemekle bir alakası da yoktur. Gerek Ulusal Azınlıkları Koruma Çerçeve Sözleşmesi’nde, gerekse Bölgesel veya Azınlık Dilleri Şartı’nın 5. maddesinde açıkça “ülke bütünlüğüne” ve “ulusal egemenliğe” saygı ifade edilmiştir.
Bu sözleşmeler esas olarak azınlık kültürlerini ve özellikle de dillerini korumayı amaçlamaktadır. Sözleşmelerde azınlık dillerinin sadece negatif anlamda korunması değil, devletçe yaşatılması yükümlülüğü de öngörülmüştür.
Bu detayları daha sonraki müstakil yazılarımızda tek tek ele alacağız.
ÇHİ MİTİNGLERİ ÇOK ÖNEMLİ BİR MİSYON İCRA EDİYOR!
Azınlık olmanın ana ögeleri olarak belirtilen beş şarttan dördü –farklılık(etnik, dilsel, dinsel), sayısal açıdan az olma, dominant olmama, vatandaş olma- azınlık olmanın objektif şartlarıdır; beşinci şart (azınlık bilinci) ise azınlık olmanın subjektif şartıdır.
Objektif şartların tamamının mevcut bulunması durumunda bile, önemli olan subjektif şart, yani azınlık bilincidir. Eğer azınlık bilinci yoksa, azınlık da yok demektir. Bu son husus, 1991’de gerçekleştirilen AGİK Cenevre Azınlık Uzmanları Toplantısı’ndan başlayarak uluslararası arenada gittikçe daha çok kabul görmektedir.
ÇHİ’nin yaptığı ve yapmayı planladığı mitinglerin önemi işte burada ortaya çıkmaktadır. Bu mitingler Çerkeslerin kimliklerine sahip çıkma bilincini görünür kılmakta, aranan beşinci şartı muğlaklıktan kurtarıp somutlamakta, objektif şartların yanısıra subjektif şartların da mevcut olduğunu ortaya koymaktadır.
Mitingler, Çerkeslerin azınlık sayılması için yeter şartlara sahip olduğunun en somut belgesi haline gelmektedir.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ULUS DEVLETTEN DEMOKRATİK DEVLETE GEÇİŞ YAPMALI
Türkiye kendi özgür iradesiyle AB’ye üye olmak için başvuruda bulunmuş ve üyelik için gerekli koşulları yerine getireceğini taahhüt etmiştir. Katılım Ortaklığı Belgesi hazırlanırken Türkiye’nin bu gerçekleri yok sayarak kendi devlet anlayışı ve toplum modeliyle AB’ye girmekte direnmesinin mantığı yoktur. Türkiye ya Kopenhag Siyasi Kriterleri’ni yerine getirecek; ya da AB üyeliğinden vazgeçecektir.
Devletin, dil, din veya etnisitesine bakmaksızın bütün grupları azınlık ve eşit vatandaş olarak kabul etmemesi ülkenin önündeki en büyük engeldir.
Türkiye artık ne mevcut yasalarla, ne de taraf olunan uluslararası sözleşmelere konan çekincelerle Türkiye’deki farklı kimliklerin inkarı anlamına gelecek tavırlar içinde olmamalıdır.
Türkiye Lozan Antlaşması’nı gerekçe yaparak temel insan haklarına, evrensel hukuk kurallarına ve reel politiğe aykırı uygulamalara artık bir son vermelidir.
Devlet, Avrupa’da gelişen azınlık hakları anlayışını içselleştirmelidir.
Ve yeni anayasa yapım süreci fırsat bilinerek demokratikleşmenin önünü tıkayan bütün yasalar değiştirilmelidir.
Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri, demokrasiyi ülkeye hakim kılmak ve AB ile bütünleşmek istiyorlarsa, öncelikle azınlık tanımı için kullandıkları argümanların artık geçerli olmadığını kabul etmeli ve evrensel normlara uygun bir azınlık politikası benimsemeliler. Herkesi Türk olmaya zorlayan çağdışı politikalar yerine, çok kültürlülüğü benimseyen çağdaş politikaları tercih etmeliler.
KAYNAKÇA:
– Avrupa Birliği ve Türkiye Perspektifinden Azınlık Hakları Sorunu,Hakan TAŞDEMİR, Murat SARAÇLI, Uluslararası Hukuk ve Politika Cilt 2, No: 8
– Avrupa Komisyonu Türkiye 2007 İlerleme Raporu, 6 Kasım 2007
– Türkiye’deki Azınlıkların Hukuki Statüsü ve AB’nin Azınlıklara Genel Yaklaşımı,pr.atilim.edu.tr/yayinlar/AZINLIK_SORUNLARI_1.doc,
– Baskın Oran, Türkiye’de Azınlıklar, İletişim Yayınları, İstanbul-2010
– Aslıhan Tekin, Demokrasiler ve azınlık hakları, www.turkiyeavrupavakfi.org
-Mustafa Erdoğan, Azınlık Sorunları, Dünden Bugüne Tercüman, 21.10.2004
282