Türkiye Cumhuriyeti’nin bugün karşılaşmış olduğu problemlerin önemli bir kısmı, demokrasisinin niteliği ile yakından ilgilidir.
Yakın zamana kadar farklılıkları yok sayan, çoğunlukçu bile olmayan, seçilmemişlerin vesayeti altındaki yönetim anlayışı, Türkiye’nin sosyal dokusunu ve direncini ciddi şekilde zedelemiştir.
Cumhuriyetin kuruluşundan önceki dönemde TBMM’nde hakim olan anlayış çoğulculuğa daha yakınken, daha sonra bu anlayış terk edilerek, devletin yönetimi çoğulculuğu, farklılıkları ve sayıca az olan toplulukları dışlayan, tekçi bir ulus devlet yapısına dönüştürülmüştür.
1Mayıs 1920 tarihli meclis oturumunda; Kastamonu Mebusu Yusuf Kemal bey (Tengirşek) ile Sivas Mebusu Emir Paşa (Marşan) arasında yaşanan tartışmada TBMM başkanı sıfatıyla araya giren Mustafa Kemal Paşa’nın sözleri (bugünki dille) :
‘’Burada işaret edilen/kastedilen ve yüce meclisinizi oluşturan kişiler yalnız Türk değildir, yalnız Çerkes değildir, yalnız Kürd değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden oluşan İslam unsurudurlar……. Bu muhtelif İslam unsuru ki: vatandaştırlar, birbirlerine karşılıklı olarak saygı gösterdiklerini ve birbirlerinin her türlü hukukuna; ırki, sosyal, coğrafi hukukuna daima saygıyla bağlı olduklarını tekrar ve teyit ettik ve hepimiz bugün samimiyetle kabul ettik. Dolayısıyla, menfaatlerimiz ortaktır. Kurtarmaya karar verdiğimiz birlik yalnız Türk, yalnız Çerkes değil, hepsinden kaynaşmış bir islam unsurudur. Bunun böyle bilinmesini ve yanlış anlamaya meydan verilmemesini rica ediyorum.’’
Daha sonra yapılan tartışmalarda, bir kesim tarafından, yukarıda belirtilen anlayışın ümmet birliğine işaret ettiği ve Mustafa Kemal Paşa’nın bu fikirde olmamasına karşın yapılan tartışmayı geçiştirmek için bu şekilde konuştuğu ve böyle davranmakta da haklı olduğu dile getirilmiştir. Ancak burada ümmet birliğinden daha çok farklılıklara ve farklılıkların bir arada uyum içinde yaşaması için gerekli olan asgari koşullara, bir yönüyle de Çoğulculuğa işaret ettiği es geçilmiştir.
Cumhuriyetin kuruluşu ve devamında, devletin yapısı ve yönetim biçimi, farklılıkları yok sayan, tek tipleştirmeci ve çoğunlukçu bir anlayışla inşa edilerek yukarıda dile getirilen sözlerin gerçek niyetleri ifade etmekten uzak olduğunu göstermiştir. Yargıyı da etkisi ve denetimi altına alan asker, sivil bürokrasi ve belli çevrelerin oluşturduğu bu anlayış oligarşik vesayetçi bir rejime dönüşmüştür. Bu yapı, görünürde ülkeyi yöneten siyasi aktörleri ve parlamentoyu dışlayarak onların Türkiye’nin başına dert açabilecek sorunları siyasetle çözmelerinin önünü tıkamıştır.
Cumhuriyetin kuruluşunda ve devamında çoğulcu bir anlayış hakim kılınıp geliştirilmiş olsa idi muhtemelen bugün karşılaşılan bir takım sorunlarla karşılaşılmayacak veya çözümü bu kadar karmaşık hale gelmemiş olacaktı.
Çoğulculuk anlayışını basitçe aile içindeki ilişkilere benzetmek mümkündür. Üyelerinin istek ve taleplerini rahatlıkla dile getirebildikleri, sorunlarına aile içinde çözüm üretilen ailelerin parçalanması ve kopuşlar yaşanması, otoriter ilişkilerin yaşandığı, baskıcı ailelere göre daha düşük bir olasılıktır.
Toplumdaki talepleri ve yönelişleri doğru teşhis edemeyen, görmezden gelen veya kendi ürettikleri, gerçekçi olmayan çözümlerden başka çözümün düşünülemeyeceğini zannedenler Ülkemizin son derece ağır bedeller ödemesine neden olmuşlardır. Bin yıldır birlikte kardeşçe yaşandığı ifade edilen toplum kesimleriyle devlet yönetimi arasında kopuşlar yaşanmış ve yok sayılan bu kesimler tarafından dış aktörler çözüm ortağı olarak görülmeye başlamıştır. Bu kesimler baskıcı rejim içerisinde sağlıklı bir siyaset tecrübesi geliştiremedikleri için de elde ettikleri tarihi öneme sahip siyasi gücü kullanamamışlar ve siyasetle şiddeti birlikte götürme hatasına düşerek bu gücü heba etmişlerdir. Bunun bedeli de toplumun tamamı için çok ağır olmuştur.
Bugün gelinen noktada yabancı aktörlerin dizayn ettiği senaryolar bütün ağırlığıyla devreye girmiş ve Ortadoğu’yu şavaş iklimine sokmuştur. Bu gelişmelerin, özellikle de bölge dışı aktörlerin ürettikleri ve hayat verdikleri senaryoların bölgenin yerli halklarına hiçbir faydasının olmayacağı açıktır. Bu senaryoları üretip hayata geçirenlerin böyle bir niyeti de yoktur.
Bugün iktidarda olan parti, taleplerini şiddete başvurmadan demokratik yollarla dile getiren bütün toplum kesimlerinin taleplerini dikkate alacağını deklare etmiş olmakla birlikte, eline silah almış olanları öne alıp, bazı toplum kesimlerini görmezden gelmiş ve bu deklerasyonuna uygun hareket etmemiştir. Çerkes toplumu bunun en bariz örneğini teşkil etmektedir. Çerkes toplumu sayısal olarak Ülkemizdeki en büyük üçüncü etno kültürel grup olmasına rağmen talep ve istekleri görmezden gelinmiştir. Kadim ve barışçıl bir kültürü olan Çerkes toplumunun asimilasyon gibi yakıcı bir sorunu vardır. Dilini ve kültürünü geliştiremediği gibi gittikçe kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Türkiye’de Çerkesler’in dışında da asimilasyon ve dilini kaybetme tehlikesi yaşayan topluluklar vardır.
Çoğulcu anlayış, toplumdaki azınlıkta olan grupların talep ve isteklerinin de yasama ve yürütme mekanizması içinde temsil edilmesini gerektirir. Çoğulcu Demokrasi Partisi sayıca az olan ve temsil edilmediklerini düşünen toplulukların taleplerini önceleyen bir siyaset anlayışına sahiptir.
Kimsenin çoğunlukta olduğu için diğerlerine üstünlük kurmadığı, insan hakları, özgürlükler ve hukukun üstünlüğüne dayalı, hukuku bir mücadele ve alt etme aracı olarak değil, adaleti sağlamanın aracı olarak gören bir demokrasi anlayışına sahiptir.
Çoğulculuk anlayışı, bazı çevreler tarafından ülkenin bölünmesine zemin hazırlayacak bir yaklaşım olarak görülmektedir. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması ve karşılaşmış olduğu Sevr dayatmasının yarattığı bölünme, parçalanma korkusunu üzerinden atamamıştır. Bu korkuyu anlamakla birlikte, buna saplanıp kalmanın ve korkuyla hareket etmenin istenmeyen sonuçları önlemek için yeterli olmadığı gibi, bu korkuyu tahrik etmeme kaygısıyla sorunlarını ve taleplerini dile getirmemenin de doğru bir yaklaşım olmadığını düşünüyoruz. Sorunu ve talebi olan bütün toplum kesimleri bunları demokratik meşruiyet içinde dile getirip siyasetin konusu yapmalıdır.
Toplum kesimleri ve talepleri ne kadar çok siyasetin içinde olup, parlamentoda temsil edilirse toplumun çoğulculuk tecrübesi ve siyasete duyulan güven artacaktır.
Çerkes toplumu da bu baskıcı sistem içerisinde, uzunca yıllar sorun ve taleplerini dile getirmekten uzak kalmış, talep eksenli siyaset yapma yeteneği kazanamamıştır. Hızla ilerleyen asimilasyona karşı, çok sınırlı olanaklarla, müsaade edildiği ölçüde, kültür dernekleri kanalıyla varlığını, dilini ve kültürünü korumaya çalışmıştır. Bu gayretler küçümsenmemekle birlikte, uzun vadede bunun yeterli olmayacağı görülmektedir. Daha kapsayıcı çözümün; yasama ve yürütme mekanizması içinde kendi kimlikleriyle yer almaları, yasalar yapılırken ve devamında yürütmenin karar ve eylemlerinde Çerkes toplumunun sorun ve taleplerinin de dikkate alınmasını sağlamalarından geçmektedir.
Çerkes toplumunun veya diğer halkların, kültürlerini, dillerini, kimliklerini, yani varlıklarını koruma ve geliştirme yönlü talepleri, konjonktüre göre değişen, zaman zaman da lütfedilecek şeylermiş gibi bir yaklaşımla ele alınmamalıdır. Bunların doğuştan gelen, varoluş kaynaklı haklar olduğu kabul edilmeli ve eşit yurttaşlık temelinde ele alınmalıdır. Bu yaklaşımın ülkeyi böleceği, parçalanmaya yol açacağı düşüncesi doğru olmamakla birlikte, bu hakları savunan ve talep edenlerin de bölünme korkusunu tahrik edecek eylem ve söylemlerden kaçınmaları gerekir.
Gazi Mustafa Kemal’in yukarıda özetlenen konuşmasında ifade edildiği gibi; bütün unsurların bir arada, birbirlerinin hakkına, hukukuna saygı gösterip, samimiyetle riayet ettiği, hakların anayasal güvence altına alındığı çoğulcu bir demokrasinin geliştirilmesiyle ülkenin bölünme riski azalacak, gücü artacaktır.
ÇOĞULCU DEMOKRASİ PARTİSİ
Çoğulcu Demokrasi Partisi 9 bağımsız adayla girdiği 7 Haziran 2015 seçimlerinden, yaklaşık 15.000 oy alarak çıkmıştır. Bu oy miktarı parlamentoda temsil edilmekte olan partilerle kıyaslandığında çok düşük gibi görünmekle birlikte, çok kısıtlı, seçime parti olarak girmeyi sağlayacak bir örgütlenmeden uzak, tamamen parti mensuplarının ve adaylarının maddi olanaklarıyla finanse edilen bir seçim kampanyası yürütüldüğü dikkate alındığında önemli bir sonuç olduğu görülecektir. Çoğulcu Demokrasi Partisi örgütlenmesini tamamlayıp parti olarak seçimlere girebilmiş olsaydı, bu sonuçla bile 7 haziran 2015 tarihinde, mevcut 97 partiden seçime parti olarak giren 20 tanesi arasında 18.sırada olacaktı. Seçime parti olarak girilebilmiş olsa, daha fazla seçim bölgesinde aday gösterilebileceği ve sonucun da çok daha yüksek olabileceği gözden uzak tutulmamalıdır.
Bazen partiler siyasette, aldıkları oy miktarından çok daha fazla etki yaratırlar. Çoğulcu Demokrasi Partisi siyasi mekanizmanın nasıl çalıştığını ve varlık göstermenin ne gibi etkileşimler yarattığını bazı seçim bölgelerinde göstermiştir. Bugün parlamentoda görev yapan bir kısım siyasetçilerin, Çerkeslerle ilgili eylem ve söylemde bulunmalarında Çoğulcu Demokrasi Partisi’nin Haziran 2015 seçimlerindeki varlığının payı olduğu görüşü küçümsenmemelidir. Bu örnek Çerkes toplumunun siyasetle daha çok ilgilenmesi ve görünür olması halinde ne gibi sonuçlar elde edebileceğinin göstergesidir.
Çoğulcu demokrasi Partisi, varlığı, eylem ve söylemleriyle, çoğulculuk anlayışının gelişmesine katkıda bulunacaktır.
Çoğulcu Demokrasi Partisi siyasetin dışındaki hiçbir kurum ve kuruluşun rakibi değildir. Siyaset insan odaklı yapılan, daha fazla insanı ikna etmeyi ve daha fazla tercih edilir olmayı hedefleyen bir faaliyettir. ÇDP kimsenin tekelinde olan bir yapı değildir. Görev alma noktasında talebe ve rekabete açıktır. İlkelerini benimseyen ve üyelik kriterlerine uygun herkese üyelik yolu açıktır.
Çerkes toplumu siyasi bir aktör olmalıdır. Çerkes toplumunun geleceğini düşünen ve bu uğurda faaliyet gösteren, göstermek isteyen herkesin ve kurumun siyasi alanı nasıl etkileyeceğini ortaya koyması gerekmektedir. Siyasi partiler, normal şartlarda sivil toplum örgütlerini etkileyip desteklerini almak istediklerinden onları rakip olarak görmezler. Siyasi partilerin rakibi siyasi partilerdir. Siyasette en somut gösterge ise oy sayısıdır. Bir sivil toplum kuruluşunun bir partiye verdiği destek her zaman somut olarak ölçülebilen bir şey değildir. Ancak bir siyasi partinin aldığı oy diğer siyasi partilerin potansiyel hedefinden eksiltilmiş, somut, ölçülebilen bir veri olduğundan, doğal olarak o denli etkileyicidir.
Önümüzde 2019 yılı Cumhurbaşkanlığı, Parlamento ve Yerel Yönetimler seçimleri bulunmaktadır. Çerkes toplumu ve diğer topluluklar, bu seçimlerde yukarıda belirttiğimiz çoğulculuk anlayışının hakim olması ve daha fazla temsil edilmek için ellerinden gelen çabayı göstermelidirler.
Çoğulcu Demokrasi Partisi önümüzdeki süreçte; daha fazla insanı yanına almaya, daha fazla üye edinmeye, daha fazla sayısal sonuçlar elde etmeye odaklanacaktır.
Siyasetin küçümsenmemesi gereken çok önemli bir faaliyet olduğunu tekrarlayarak, buradan topluma; üye olarak, görev alarak, maddi ve manevi olanaklarıyla Çoğulcu Demokrasi Partisini desteklemeleri çağrısında bulunuyorum.
Faruk ARSLANDOK
Çoğulcu Demokrasi Partisi
Genel Başkanı
Sayın Arslandok, ÇDP bașkanlığınızın, Çerkes toplumuna ve Türkiye’ye hayırlı olması dileğiyle, size ve ekibinize bașarılar dilerim.
Siyasi Parti ile güçlenebilecegimizi anlamamız ve gereginin yerine getirmemiz gerekir,geç olmadan!