Ele alacağımız konu üç temel kavram etrafında dönüyor:
“Devlet”,
“Siyasi toplum”,
“Sivil toplum”.
Özetle,
“Devlet” denildiğinde hükümet, ordu, mahkemeler, sivil bürokrasi, resmi eğitim kurumları, vb’lerini hatırlamamız gerekiyor;
“Siyasi toplum” denilince de, iktidar partisi dışında kalan ve devleti yönetmeye talip siyasi partiler ile yerel yönetimleri…
“Sivil toplum” denilince ise dernek/vakıf yapıları, kayıt dışı otonom yapılar (cemaatler, inisiyatifler v.s.), toplumsal hareketler, medya ile entelektüel ve kültürel yapılar…
SİVİL TOPLUMU, SİYASİ TOPLUMDAN AYIRAN?
Şahıs ve grupların bir araya gelerek, devletin müdahalesi dışında kendi alanlarını düzenlemeleri bir sivil toplum faaliyetidir.
Sivil toplumun özelliği, “devleti yönetmek” gibi bir amacının olmamasıdır.
Sivil toplumcular, temsil ettikleri kesimlerin durumunu iyileştirecek çalışmalar yapar, kendi alanlarındaki sorunlarını tanımlar ve nihayetinde devletten çözüm talep ederler.
Türkiye’de, cumhuriyet dönemi boyunca devletin yakın takip ve baskısı altında kalan sivil toplum grupları ve kuruluşları, 2000’li yıllardan itibaren kendilerine devlet denetimi dışında alanlar açmaya ve siyasete etki etmeye başlamıştır.
Sivil toplum örgütlerinin faaliyetlerini şeffaf bir şekilde gerçekleştirerek, kamuoyu oluşturup iktidar üzerinde baskı kurması, demokrasiler için arzulanan bir husustur ve karar alma süreçlerine katılmanın en etkili yoludur.
Bu “baskı mekanizması olma” özelliği, sivil toplumu siyasi toplumdan ayırt eden en önemli kriterdir.
Sivil toplum örgütleri, ister muhalif, ister taraf olsun, siyasete angaje olamaz, iktidarı amaçlayamaz, payanda olamayacağı gibi engel olma amacı da güdemez.
Ancak, kamuoyu oluşturup iktidara baskı yapabilir; bir politika belirlenmesi, bir politikanın revize edilmesi veya bir uygulamanın ortadan kaldırılması için çalışabilir.
Ama bu baskının kapalı kapılar ardında değil, kamuoyu önünde açıkça yapılması gerekir. Toplumdan aldığı gücü, iktidar mercileriyle kapalı kapılar ardında, milletvekilliği veya bürokratik mevki pazarlığına konu eden bir baskı grubu sivil olmaktan çıkar; angaje olduğu siyasi yapının arka bahçesi haline gelir.
Bir benzetmede bulunursak, böyle bir ilişkiye giren sivil toplum grubu, direksiyonunda kendisinin olmadığı bir aracın yolcusu haline gelir ve sivil toplum vasfını kaybederek siyasal topluma dönüşür. Türkiye’deki Halkevleri ve Ülkü Ocakları yapılanmaları bu tür STK’lara örnektir.
SİYASALLAŞMAK…
Bir sivil toplum grubu veya kurumu, taleplerinin hayata geçirilmesinde ısrarlı ve kararlı olur, bu taleplerine iktidardan ve siyasal yapılardan olumlu cevap alamaz ise, o zaman pek ala siyasal örgütlenmeye giderek partileşebilir ve idealleri ekseninde siyasi mücadele verebilir.
Bu tür siyasi yapılanmalar sanıldığı gibi iktidarın tüm etkinlik alanlarına yönelik projeler geliştirmek zorunda değildir. Odaklandıklarıspesifik konularla ilgili olarak iktidarı sarsmayı, etkilemeyi ve yeni politikalar geliştirilmesini sağlamayı amaçlayabilirler.
Nitekim dünya üzerinde bunun pek çok örneği var: çevre duyarlılığını esas alan partiler, hayvan haklarını savunan partiler, yolsuzlukla mücadeleyi esas alan partiler, hatta marihuananın serbest bırakılmasını isteyen partiler v.b. gibi.
Bu yapılar sanılanın aksine, devlet ile toplum arasında sağlıklı yeni bağlar oluşturur. Topluma rahatsızlık veren bütün sorunların siyaset düzlemine taşınması, şiddete tevessül etmeden siyaset aracılığıyla çözülmeye çalışılması, toplumsal barışın da teminatıdır. Çünkü gözardı edilen sorunların kronikleşme ve toplumsal rahatsızlıklara yol açma potansiyeli vardır.
Demokratik bir düzende, gerçek demokratlar sorunların siyasal alana taşınmasını özellikle ister ve teşvik ederler.
SİYASET DIŞI ALANLAR…
Peki, toplumsal hayatta siyasallaşma dışında tutulması gereken alanlar da var mıdır?
Cevabımız çok kısa ve net: Yoktur.
Toplumsal hayatı sadece “kendi doğruları” etrafında şekillendirmeye çalışan güçler ancak toplumsal yapıda siyaset dışı alanlar oluşturmak isterler. Halbuki yukarıda da belirttiğimiz gibi siyasi platform bazı fikir ve kesimlere kapatılırsa, o kesimlerin yeraltına inmesi ve illegalliteye yönelmesinin yolu açılmış olur.
ETNİK PARTİ OLAMAZ MI?
Hegemonyacıların geliştirdiği söylemlerden biri de “etnik parti olmaz”, “etnisite üzerine siyaset yapılmaz” mitidir.
Bir etnik yapı zulüm görüyorsa, baskılanıyorsa, dışlanıyorsa veya dezavantjlı duruma düşürülüyorsa, niçin örgütlenip sorununu siyasi platforma taşıyamasın?
Angaje oldukları ilkel fikirlerin ezberleriyle bu tür hükümler dayatanlar, bir de “dünyada etnik parti ile varlık mücadelesi veren bir halk var mıdır” diye cehl emaresi sorular soruyorlar.
Demokrasinin beşiği olarak görülen İngiltere’deki yasal “Cornish Nationalist Party”den haberleri yok bu arkadaşların. Bir Kelt kimliği olan Kernow kimliğini korumak ve geliştirmek için, ayrı bir millet olarak İngiltere’nin en güneybatı kısmı olan Cornwall’in bağımsız devlet olmasını savunuyor Cornish Nationalist Party. Tam egemenlik ve resmi dilin Cornish lisanı olması parti programında yer alıyor.
Yine ABD’de beyaz üstünlüğünü veya siyah üstünlüğünü savunan “Kara Panterler” vs. gibi bir sürü yasal siyasi parti var.
Geçtiğimiz aylarda Avusturya’da Türk diasporasının kurduğu yasal üç siyasi partinin birleşerek yeni bir Türk partisi kurduğunu hepimiz duyduk.
Bulgaristan’daki Hak ve Özgürlükler Partisi, güney komşumuzdaki Türkmen Partisi, v.b. hepsi bu türden yasal ve aktif siyasi partilerdir. Araştırılırsa demokrasisi gelişmiş ülkelerde pek çok başka örneklerin de olduğunu görülecektir.
BU GAYRET NİÇİN?
Bazı konuların siyaset dışı ilan edilmesi, hem o alanların toplumun demokratik kontrolünden kaçırılması; hem de merkezi yönetimi elinde tutanlara demokratik ve yasal olmayan bir yetki devri yapılması anlamına gelmektedir. Böylece kurulmuş harami düzenler devam ettirilmektedir.
En çok şekillendirilmeye çalışılan alanlar, etnisite sorunları, din-toplum ilişkileri, kılık kıyafet, ırk ayırımı, milliyetçilik, asimilasyon, insan hakları gibi alanlardır. Halbuki bunların tamamı deklare edilebilir, siyasi platforma taşınıp tartışmaya açılabilir alanlardır.
Siyaset dışı alanların çokluğu, o toplumdaki demokratikleşmenin ne kadar geri kaldığına işarettir.
Bu arada bazı kesimlerin fikirleri makbul görülmeyip siyaset dışı ilan edilirse, o gurup veya kurumlarla demokratik ilişki kurmanın yolu da kapatılmış olur.
Peki, lafa gelince herkesçe kutsanan “çoğulculuk” böyle bir zihniyetle nasıl sağlanacak?
Aynı şekilde, devlet yönetimine gelen bir ekibin “siyasi alan” ve “siyaset dışı alan” ayrımı yapmak gibi bir yetki kullanması, hem vatandaşa güvensizlik, hem de bir “demokratik hakkın gaspı” değil midir?
…VE ÇDP
Bütün bunları gündeme getirmemizin sebebi “etnisite partisi” yaftalaması ile Çoğulcu Demokrasi Partisi’nin gözden düşürülmeye çalışılmasıdır.
Bir kere, herhangi bir etnisitenin varlığını ve değerlerini korumak ve geliştirmek isteyen birileri var ise, o kişiler konuyu siyasallaştırarak pekala bir etnik parti kurabilirler/kurabilmelidirler. Neticede halkın reyine müracaat edilecek ve programlarına vize alabilirlerse yollarına devam edeceklerdir.
Başat temasını etnik sorun oluşturan bir grubu siyasetsizliğe mahkûm ederseniz sorun bitmez, aksine büyür ve kangrenleşir. Sonuçta daha büyük bedeller ödenmesi gerekebilir.
İkincisi, kurucularının Çerkes olmasından yola çıkarak Çoğulcu Demokrasi Partisi’ni “etnik parti” olarak yaftalamak yanlış, ezberci, tabansız bir yaklaşımdır. Programı incelenirse görülecektir ki, Çoğulcu Demokrasi Partisi iddia edilenin aksine etnik dayatmaya karşı çıkan bir partidir.
Türkiye’de herkesi “Türk yapma” gayretkeşliğini reddeden bir partidir.
Herkesin kimliğinin saygın olduğunu savunan bir partidir.
Çorak bir alanı fidelendirerek yeni bir siyasi kültür geliştirmeye, zihinlere atılmış formatları kırmaya çalışan bir partidir.
Hangi fikirde olursa olsun, bütün kesimlerin siyasete katılma ve devlet hayatı içerisinde söz sahibi olma hakkını savunan bir partidir.
Evet, ÇDP merkezin politikalarıyla çelişen bir çevre partisidir.
Merkezde oturanların, farklılıkları törpüleyerek toplumu homojenize etme çalışmalarını reddeden bir partidir.
Kimlikleri siyaset dışında tutmanın merkezin dayatmasına boyun eğmek ve onun siyasetine hizmet etmek anlamına geldiğine inanan bir partidir.
Belirli alanları siyaset dışı ilan etmek insanların kişiliklerine yapılmış bir saygısızlıktır; kimse kimseye nasıl düşüneceğini dayatma hakkına sahip değildir.
Biz, talepleri karşılıksız kalanların eleştirel bir söylem geliştirmesinin siyasallaşma sürecinin özelliği ve demokratik toplumun gereği olduğunu düşünüyoruz. Siyasallaşma, toplumun dövüşmeden, medenice uzlaşması demektir.
KARA MİZAH
Çoğulcu demokrasi Partisi’nin felsefesi özgürlük, adalet ve eşitlik kolonları üzerine oturur.
Bu bağlamda, Çerkeslerin de, diğer halkların da partilerini kurarak “siyasal varlıklar” haline gelmesini en doğal ve demokratik hak olarak görüyoruz.
ÇDP’ye “etnik parti olmaz” argümanıyla karşı çıkanların “etnik derneklerde” icra-i faaliyette bulunuyor olması da tam bir kara mizah örneği…
Gülsek mi, ağlasak mı bilemedik.
285