İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri tamamlandı. Türkiye siyaset platformunda kendine alan açmaya çalışan Çoğulcu Demokrasi Partisi de bağımsız aday sayın Doğan Duman’la yarışta yerini aldı. Seçimlerin tekrarlanması nedeniyle kampanya dönemi yaklaşık 8 ay sürdü. Bu çok uzun bir süre. Fakat ÇDP, amatör kadroları ve kıt kaynaklarıyla, tutturduğu yüksek tempoyu hiç düşürmeden bu süreçten alnının akıyla çıkmasını becerdi.
Peki, ÇDP bu seçime girdi de ne kazandı? Şüphe edilmesin ki, ÇDP seçime girerken ne öngördüyse onları kazandı. Bir kere seçime katılmakla bir takım odaklara Çerkeslerin siyasallaşma arzusu bir kez daha deklare edilmiş oldu.Bu vesileyle partinin ve misyonunun bilinirliği bir tık daha yükseldi. Yanı sıra, siyaset ve saha tecrübesi, aynı zamanda gönül dostlarının sayısı artırıldı. Sekiz ay süre ile -zaman zaman Kafkasya’yı da kapsayacak şekilde- Çerkes dünyasının gündeminde ilk sıra işgal edildi ve toplumun sorunlarını kendi içinde tartışması sağlandı…Kısaca iyi bir farkındalık oluşturuldu.
Bunun haricinde bir takım dışsallıklar da var kâr hanemize yazılan…Ayrıca, ülkeye hakim olan kutuplaşma atmosferinden sıyrılıp, kendi halkımızın bekasına verilen 518 bilinçli oy da başımıza örülmüş yıldızlardan bir taç oldu. Reyini bu kaos ortamından kurtarıp ÇDP’ye taşıyan duyarlı soydaşlarımıza müteşekkiriz. Teşekkür faslını açmışken, bu süreçte canla başla çalışan başta parti başkanımız sayın Faruk Arslandok’a, adaylık sürecini ilk günden itibaren yarışın tek favori adayıymış gibi ciddiyet ve heyecan sürdüren Çerkeslerin hayırlı evladı, mert insan sayın Doğan Duman’a, bütün kademelerdeki fedakar ÇDP mensuplarına ve maddi-manevi desteğini esirgemeyen tüm dostlara kendi adıma candan teşekkür etmek istiyorum.
SEÇİM SÜRECİNDE ÇDP’YE YAKLAŞIMLAR…
Gelelim seçim sürecine…Henüz beşinci yaşını süren ÇDP’nin siyaset alanında at oynatmaya soyunması toplumdan farklı tepkiler aldı.Çoğunluk ÇDP’yi yeni yeni tanıyor ve tanıdıkça sempatiyle bakıyor diyebiliriz. Beğenip açık destek verenlerin sayısı gün be gün artıyor. Bu çok sevindirici…
Öte yandan düzen partilerine angaje soydaşlarımızdan bazıları ÇDP’yi gereksiz bulduğunu söylüyor. “Siyaset yapılacak mecra, geleneksel partilerdir. Ana kitleden ayrılıp birileri gibi bölücülük(!) yapmamak ve Çerkesleri de hedef(!) haline getirmemek gerekir” diyorlar. Bu arkadaşları çok da yadırgamıyoruz. Türkiye’deki ideolojik çatışmaların tesirinde, dahil oldukları kampların kodlarıyla bakıyorlar olaylara çünkü. Bu kesimde yer alan ve kimliğinden vazgeçmemiş pek çok kardeşimizin ÇDP’nin misyonunu anlayacakları günün çok uzak olmadığını düşünüyoruz. Onlara biraz zaman tanımak gerekiyor sadece…
Bunlar dışında, bir de sosyal medyada yuvalanmış, nefret jeneratörü gibi çalışan ve sayıları az, gürültüsü çok bir grup var. Aklını, mantığını rafa kaldırmış, takıntılarını, şişkin egolarını kontrol edemeyen, bozguncu, “ben merkezci” bir grup… Onlar yalanlar, iftiralar atarak, yakıştırmalar yaparak, kendilerince yakaladıkları her defoya zoom yaparak kara propagandalarını sürdürüyorlar. Ama kendileri de çok iyi biliyorlar ki, yalanlar gerçeğe, karanlıklar aydınlığa galip gelemez! İyi niyet emaresi taşımadıkları için bu kesimi anlamaya çalışmıyor, kendilerine bir şeyler anlatma gayretine girmiyoruz. “Saygılı makul muhalifler haline gelinceye kadar” muhatap da almıyoruz.
SEÇİME NİÇİN GİRDİK?
Bazı iyi niyetli dostlarımız ise düz mantıkla soruyor: “Sonuç doğurmayacağı malum olduğu halde seçimlere niçin giriyorsunuz? Hem aldığınız düşük oylarla Çerkesleri olduğundan daha güçsüz göstermiyor musunuz?…” İlk bakışta doğru gibi görünüyor… Evet, bazı gözlerde “aldığımız oylar bize seçim kazandırmayacağı gibi, Çerkes nüfusunu az zannettiriyor” olabilir. Bir kere seçimi kazanamayacağımız sır değil, bunda başka bir maksat güttüğümüzün anlaşılması gerekir. Anlamayanlar için yukarıda saydık zaten. Ben de o dostlara soruyorum: peki, ileride oy patlaması yapacağımız garantisiyle gireceğimiz bir seçim olacak da o günü mü beklememizi istiyorsunuz?
Böyle bir şey olmayacağına göre, herhangi başka bir atraksiyon da önerilmediğine göre statükoya tâbi olmamız isteniyor demektir o zaman. 150 yıldır statükoya tabiyiz zaten dostlar ve bu sürede sadece eksildik; aynı şekilde devam etmenin sonunun yok oluşa çıktığını görmüyor musunuz?
Hayır hayır, biz bunu istemiyoruz… Var oluş mücadelesine bir yerden başlamamız gerekiyor ve biz 2014 yılında ÇDP’yi kurarak siyaset yolundan gitmeye karar verdik. Bugün seçimlere iştirak ediyor olmamız, yok olmaya razı olmadığımızın demokratik yollarla deklare edilmesidir.
“NÜFUSUMUZU AZ ZANNEDECEKLER” PARANOYASI
Diğer soruya gelirsek…
Dostlarımızın görüp duydukları ama her nedense algılayamadıkları gerçek şudur ki, Çerkesler de dahil olmak üzere Türkiye’nin az nüfuslu halkları güneşin altında kalmış kar taneleri gibi eriyor ve fazla da zamanları kalmadı. İş işten geçmeden ne yapılacaksa yapılması gerekiyor ve statüko bize sadece yok oluş vaat ediyor. Böyle bir gidişat ortadayken, hiç bir konuda ortak irade geliştiremeyen Çerkeslerin “nüfusunun çok ve aktif zannedilmesi” ne yarar sağlıyor da biz ona mani olmuş olalım?
Ayrıca bütün nüfus verilerini elinde tutan devlet bizim niceliğimizin de, niteliğimizin de ne olduğunu inanın hepimizden iyi biliyor… Zaten bunu bildiği içindir ki hiçbir şey yapmıyor. Kısaca organize olma kabiliyeti olmayan bu nüfusu dikkate değer bulmuyorlar. Bir nüfus potansiyelimiz olmakla beraber bunu kinetik hale dönüştürmediğimiz sürece taleplerimizin dikkate alınma ihtimali yoktur maalesef.
ÇDP olayları işte böyle okuduğu için bu role ve sürecin katalizörü olmaya soyundu.
DEVLET DESTEĞİ ŞART!
Peki “Çerkes Sorunu” dediğimiz mesele nereden kaynaklanıyor ve çözecek olan kimdir? Evet, bu devasa sorunun kaynağı doğrudan devlettir; cumhuriyetin mono-etnik bir toplum oluşturma yönünde izlediği baskıcı siyasettir. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren izlenen devlet politikalarının şöyle bir gözden geçirilmesi halinde ne demek istediğimiz kolayca anlaşılacaktır.
Öte yandan sorunun çözümü de yine devlettedir. “-Miş gibi” yaparak sorunların üzerini örtmeye çalışmadan izlediği politikaları terk etmesi; dezavantajlı gruplara samimiyetle destek vermesi gerekiyor. Devlet desteğinin ne sonuç doğuracağını görmek isteyenlere, İsrail’deki Çerkeslerle, Türkiye’deki Çerkeslere devletlerin nasıl yaklaştığına ve sonucun ne olduğuna bakmalarını öneririm. Bu kıyaslamalarla devlet desteğinin ne demek olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
***
Sözün geldiği bu noktada, T.C. devletinin yaptığı hayırlı işler bağlamında açılım sürecini hatırlatmak isteyecek dostlarımız olacaktır. Hemen belirtelim ki, 2000 yılından sonra AB uyum programları çerçevesinde yürürlüğe konulan yayın ve yayım izni, yerel dillerin okullarda seçmeli ders olarak okutulması,… gibi haklar bizim problemimizi çözmüyor. Çünkü hiçbirisi lehimize pozitif bir sonuç doğurmuyor, amaca hizmet etmiyor. İnsaflı bir ifade ile bu açılımlar bize sadece isimlerimizi kullanma ve sorunlarımız üzerinde konuşup yazabilme özgürlüğü vermiştir; bunun dışında kazandığımız bir şey yoktur. Dilimiz ve kültürümüz hızla kan kaybetmeye devam ediyor…
SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİMİZ VARKEN
Devlet mekanizmasını işleten veya işletilmesine talip olan sistem partileri bizim sorunumuzu ciddiye alıp ilgilenmiyor ve ilgilenmezler de. Öncelikle bu konuda tabandan gelen bir baskı hissetmiyorlar. Çünkü bunu hissettirecek bir mekanizmamız yok.
“Sivil toplum örgütlerimiz yetmiyor mu?” diyenleri duyar gibiyim.Sivil toplum kuruluşlarının faaliyet alanı ve yapabileceklerinin sınırı bellidir. Kendi imkânları ile yapacakları faaliyetleri ultra düzeyde bile gerçekleştirseler, evrildiğimiz kent yaşamında atalardan devir alınan dil ve kültür mirasını yaşatmaya güçleri yetmez. Adı üzerinde onlar sivil toplum örgütüdür ve faaliyetlerine katılım yaklaşık üye sayısıyla sınırlıdır. STK yapabileceğini yapar, çözüm üretemediği elzem sorunları da bir dosya haline getirir ve çözmesi için devletin, yani siyasetin önüne koyar. Bundan sonrası siyasetin iradesindedir. STK sadece dosyasını takip edebilir; eğer gücü varsa işleme alınması için kamuoyu baskısı oluşturabilir. Ama bizim kurumlarımızın maalesef ki bu gücü de cüzidir. Çünkü arkasındaki gücün sayısal değeri meçhul olduğu gibi, bunu istedikleri siyasi mecralara kanalize edebilme kabiliyetleri de meçhuldür. Dolayısıyla devlet nezdindeki ağırlıkları da buna muvazidir. Siyasal partiler ise böyle değildir. Onlar bir sayısal değer oluşturur ve bunun üzerinden konuşabilirler. Seçim sonuçları ile bir trend, bir istatistik ortaya koyarlar. Bundan sonrasında söze gerek yoktur, siyasiler bunu iyi okur, artısını, eksisini iyi hesap ederler.
Nitekim İstanbul’da iptal edilen seçimlerde ÇDP adayının aldığı 2023 oya iki büyük parti de “yeşillenmiş” adayımızın kendileri lehine seçimden çekilmesini istemişlerdir.
Çünkü rakamlar gücünüzü kristalize ediyor.
2023 oy için hesap yapanların daha yüksek miktarlardaki oylarda neler yapacağını varın siz hesap edin.
MUHTEMEL ENGEL MİLLİ GÜVENLİK SİYASET BELGESİ
STK’lardan gelecek taleplerin de yapılması kolay olanları ve güç olanları vardır. Eğer talebiniz yol, çeşme, köprü v.s. ise devlet için hiç sorun olmaz ve hükümet programına alınarak bir ara aradan çıkartılır. Ama asimile edilmeye çalışılan bir halkın çığlıklarının dindirilmesini istiyorsanız ve “Kırmızı Kitabın”, yani “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB)”nin bu konuda bir rezervi varsa işiniz çok zor demektir. Dosyanızı alan düzen partisi mensupları maksimum meclis kürsüsünden bir nutuk atar fakat devamını getiremezler. MGSB’nin rezervini öğrenince zaten geri vitese takarlar.
Nedir bu “Kırmızı Kitap” veya “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi”?
Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB), devletin iç ve dış tehdit algılamalarını madde madde ortaya koyan belgedir. Belge yeni sistemde Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Adalet, Milli Savunma, İçişleri ve Dışişleri Bakanları ile Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları tarafından oluşturulmaktadır. Belgenin uygulanmasından Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği sorumludur. Özelliği şudur ki hiçbir kanun ve yönetmelik bu belgeye aykırı olamaz. Yani Anayasa’nın da üzerindedir. (Dolayısıyla Türkiye’nin bir hukuk devleti olmadığının en önemli belgesidir.)
Yürürlükteki MGSB 2018 yılında yapıldı ve bugün tam içeriğini bilmiyoruz. Ama 2005 yılında Cumhuriyet gazetesinde ulusalcı çevrelerce sızdırılan o günkü Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin bir özeti yayınlanmıştı. Orada yer alan başlıklardan ve diğer bazı kaynaklardan anladığımız kadarıyla, AB’ye üyelik, özelleştirmeler, devlet yapılanması, Kürt meselesi, Alevi meselesi, Ermeni meselesi, diğer dil ve kültür gruplarının durumu, gibi konular geçmişten bu yana bu belgelerde yer almış ve inanıyoruz ki bugün de yer almaya devam etmektedir. Cumhuriyet gazetesinde yer alan MGSB özetlerinden alıntılayacağımız bir iki paragraf bu belgenin dil ve kültür gruplarına yaklaşımı hakkında bir fikir verecektir.
– “Türkiye’de Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim-öğretim kurumlarında okutulamaz. Bu temel bir ilkedir.”
– “Türkiye Cumhuriyeti etnik temele dayalı olarak kurulmamıştır. Kuruluş esası, tek devlet, tek ulus, tek bayrak, tek dildir. Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” sözü temel bir ilkedir. Türkiye Cumhuriyeti ‘ne vatandaşlık bağı ile bağlı bulunan herkes ülkenin esas unsurudur.”
– “Atatürk’ün, “Millet; dil, kültür ve ülkü birliğiyle birbirine bağlı vatandaşların oluşturduğu siyasi ve sosyal bir birliktir” sözü bugün de geçerli olan, çağımızın gereklerine yanıt veren bir yaklaşımdır. Bu bağlamda mahalli dil ve kültürler bireysel özgürlük kapsamındadır. Bu özgürlüklerin kötüye kullanılmaması önem taşımaktadır. Bölücü örgütün bu unsurları kendi amaçları doğrultusunda kullanmamasını sağlamak gereklidir.”
Bir daha dikkat çekmemizde fayda var, MGSB “gizli kararname” gibi bağlayıcı nitelik taşır. Yürütme ve idari faaliyetlerin bu belgeyle uyumlu olması zorunluluğu vardır. İşte tam bu nokta, Türkiye demokrasisinin duvara tosladığı yerdir. Siyasetin ve siyasi partilerin toplumsal talepleri siyasi kararlara dönüştürme misyonu, MGSB’de yer alan bu sınırlayıcı kararlar nedeniyle işlevsiz kalmaktadır.
***
Peki bu sınırlar aşılabilir mi? Tabii ki aşılabilir. Çünkü 2010’dan buyana MGSB’nin düzenlenmesinde artık sivillerin inisiyatifi daha fazla. Sadece, başta Cumhurbaşkanı ve iktidara gelenlerin bu konuda istekli, güçlü ve iradeli olması gerekir. Ancak, bütün kudreti ve icra gücüne rağmen Tayyip Erdoğan da artık mahalli dil ve kültürler konusunda “ Kırmızı Kitap”ta yer alan rezervleri kaldırmayı göze alabilecek durumda değildir. Çünkü Çerkeslerin talebinin karşılanmasının yönetimine getirisi, MHP’nin karşı tavır almasıyla götüreceğinden fazla değildir. Nitekim, geçtiğimiz yıl bakan ve milletvekillerinin koordinatörlüğünde dört ön toplantı yapılarak hazırlanılan Cumhurbaşkanıyla yapılacak görüşmenin de sırf bu sebeple gerçekleşmediği kanaatindeyim. Çünkü MHP prangası sebebiyle Cumhurbaşkanının taleplerimize olumlu cevap verme ihtimali kalmamıştır. Bu sebepledir ki halkla temasa en çok ihtiyaç duyduğu seçim süreçlerinde bile sayın Cumhurbaşkanı Çerkeslerle yüz yüze gelmemiştir.
SİYASİ MÜCADELE ŞART
O zaman ne yapılması gerekiyor?
Önce olumsuzlukları olumluya çevirmek gerekiyor. Bunun için de siyasete girmek, siyasi mücadele vermek ve dikkate alınır bir faktör haline gelmek şarttır. Bunca tecrübeden sonra geminin karadan idare edilemeyeceğini anlamış olmamız gerekir. Kırmızı kitapta bir rezerv olsun olmasın, taleplerimizin hayata geçmesi için mutlaka Çerkes sorununun çözümünü misyon edinmiş şahısların mecliste ve yürütme kadrolarında bulunması, yani siyasete girmesi gerekiyor. Ancak bundan sonra tıkanan noktalara odaklanabilir, çözüme zorlayabiliriz.
Düzen partilerinin içinde bu mücadeleyi vermek mümkün değildir. Bu partilerdeki Çerkes milletvekillerinin sırtlarındaki parti bagajı bu yönde çalışma yapmalarına manidir. Peki o zaman dostlar, eğer işimiz siyasetin koridorlarında hallolacaksa, bize kendi partimizi kurmaktan başka bir seçenek kalıyor mu?…
Öyleyse hep birlikte ÇDP’nin arkasında saf tutuyoruz.
269